Gaziantep notları

“GAZİANTEP’İ KEŞFET” etkinliği çerçevesinde TÜRSAB, HÜRRİYET GAZETESİ ve GAZİANTEP BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ işbirliği ile 3 günlük bir Gaziantep gezisi yaptık. Bu geziyi okuyup, ekteki resimlere bakıp ilk uçakla Gaziantep’e gideceklere baştan belirtelim;  Her ne kadar kendileri Antep veya Entep deseler de siz asla Gaziantep’liye Antep demeyin

Bozuluyorlar. Gaziantep demelisiniz. Gazi ünvanı bizim gururumuz diyorlar. Haklılar da. Bozulmadıkları ise; Dostlukları, güler yüzleri, sakinlikleri, samimiyetleri ve misafirperverlikleri.

Gaziantep, dünyanın denizi olmayan en güzel şehirlerinden biri. Tek eksiklilikleri Deniz. Bu eksikliği de kocca bir gölet yaparak gidermeye çalışmışlar. Yoksa Tarihi dokusu, eserleri, Antik şehirleri, müzeleri, hanları, çarşıları ve şehre ekstra bir çekicilik katan gastronomik altyapısı ile dünyanın en güzel şehirlerinden biridir Gaziantep. Bu şehir boşuna gastronomi dalında Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) “Yaratıcı Şehirler Ağına” girmemiş.

Eskinin en zengin şehirlerinden biri olan Gaziantep, İpek yolu üzerinde.  Yarım saatlik mesafedeki Zeugma antik kenti ise büyüleyici.  Buradaki “zengin villaları” ise salonlarının tabanlarındaki mozaik taşlarla süslü balıklı havuzları ile muhteşemler.

Gaziantep’te 3 günde mübalağasız 500 çeşite yakın yemek tattık. Hürriyet Gazetesi başta Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin, Gazete Müdürü Fikret Ercan, Yazarlar Ertuğrul Özkök, Mehmet Yılmaz, Yalçın Bayer, Vahap Munyar, Erdal Sağlam, Gila Benmayor, Kanat Atkaya, Melis Alphan, Cengiz Semercioğlu, Onur Baştürk, Gökhan Kimsesizcan, Melike Karakartal, Mehmet Yaşin, Müge Akgün ve Sahrap Soysal da bu gezimizde bizlere eşlik ettiler

Gaziantep’e gelenlerin ağzında hep aynı laf vardır; “Ben daha önce yemek yememişim”. Doğru. Mesela burada öğrendim ki; Baklava elle yenirmiş, alt kısmı damağa gelirmiş. Sabahları da ya katmer ya da ciğer yenirmiş. Soğanlı hem de. Ben yiyemedim ama Gaziantep’li meslektaşım Erkan’a sordum; Nasıl yiyorsunuz sabah sabah ciğerleri, soğanları?; Dedi; burada herkes yiyor. Biri sana hoh’larsa sende ona hohla. 🙂 Peki yok mu bu kokuyu önlemenin bir çaresi? Dedi ki; Her restoran çıkışı karanfil ve nane şekeri var. 3 karanfili at ağzına 5 dakika yumuşat, sonra onları bir bardak suyla iç. Ağzın kokmaz, çünkü mide gazı yukarı çıkmaz. Bir de nane şekeri. Tamam. Bu arada Erkan’dan Gaziantep’e ait diğer öğrendiklerim ise;  Antep Fıstığının diğer yörelerin fıstıklardan kaliteli olmasının nedeni; Fıstık ağaçlarına asla su verilmezmiş. Diğer yörelerde ağacı sularlar ve fıstığı boşu boşuna şişirirlermiş. O da tadını bozarmış. Haklı. Bir de eskilerin bir lafı varmış fıstık ağacı için; “Dede eker Torun yer”.  Ancak teknoloji ilerlemiş. Kendin dik 5 sene sonra meyvesini alıyorsun.

Gaziantep’te evler oldukça büyük. Erkan’a sordum sen kaç m2’de oturuyorsun diye. Dedi, benimki küçük. 250 m2. Peki normali ne? Dedi; 400-500 m2. 600m2’lik evler var. Fiyatlar da artık yeni evlerde milyondan başlıyor.  İşte burada bu kadar muhteşem yemeklerin olduğu yerde, yerel halkta neden “göbek yok” anladım. Evin bir ucundan diğerine 3 kere su almaya, 3 de tuvalete gitsen en az benim sabah yürüyüşüm kadar yol yaparsın. İnsanda ne şişkinlik kalır ne göbek. Bir başka dikkatimi çeken husus ise; nüfus oranına göre çok az Doktor ve Avukat tabelası gördüm. Dediğim gibi sakin adamlar, hazmetmiş adamlar, sokakta ne kavga, ne ağız dalaşı ne de kızgınlıkla çalan delirtici korna sesi var. Sanırım her sorunu barışçı yollardan çözmek ilkeleri. Doktor sayısının azlığını da doğal beslenme ve şifalı sular, baharatlara bağlıyorum. Kısaca ben Gaziantep kadar Gaziantep’lileri ve onların yaşam biçimlerini de çok sevdim.

Günlerdir sosyal medyada hepimiz Gaziantep ve yemeklerini teşhir ediyoruz. Benim için olayın hem gazetecilik hem mesleki yönü var. Mesleki olarak burada amaç milleti gaza getirmek. Nitekim dönüşümün henüz 2. günü ve Gaziantep’e 3 grup teklifimiz hazır bile. Ancak çok da tepki var, Millet aç-biilaç gezerken, çöpten yemek ararken, Suriye’liler yemek bulamazken bu paylaşımlar niye? Niye mi açıklayayım; Sen ve imkanı olanlar seyahat ederse sadece ben kazanmam, taşımacılar, otelciler, rehberler, otobüsçüler, havayolları, restoranlar, çarşı esnafı, müzeler, sektörün tüm emekçileri, yani yüzler, binler de kazanır. İnsanlar, kültürler birbirini tanır. İç barışa da katkı sağlar. Kapiş? Ayrıca bütün dünyada, sosyal medyada herkes ne iş yapıyorsa, hangi mesleği icra ediyorsa bir şekilde onu tanıtıyor ve pazarlıyor. Eleştirenler şükretsinler ki “sünnetçi” değiliz… Tebe tebe…

Son gün, öğlen yemeğinde katılımcılar için 3’erli gruplar halinde yuvalama yarışması yapıldı. Gruplar şöyle;

1.Grup : Ertuğrul Özkök – Vahap Munyar ve Çınar Oskay

2.Grup : Sahrap Soysal – Cengiz Semercioğlu ve Ertan Demirbaş

3.Grup : Başaran Ulusoy – Fikret Ercan ve Cem Polatoğlu

Görüldüğü gibi , ben Başaran Ulusoy’un  grubundaydım. İçim rahat. Nasıl olsa Başaran Ulusoy öyle veya böyle  girdiği her yarışı kazanır. Seneler önce bir seçimde, bırak kaybetmeyi, Yönetim Kurulu Listesi delindi diye istifa etmişti. Acaba yuvalamaları yapıp yapıp tepsiye değil de masanın altına atsam istifa eder mi? Yanılmadım elbette. Ne oldu, nasıl oldu anlamadım, en az yuvalamayı bizim grubun yapmasına  rağmen yarışmayı  biz kazanmışız!.  Başkan, kazandığını sanan Ertuğrul Özkök’ün elinden ödül olarak verilen bir tepsi baklavayı kaptı getirdi. Biz o baklavadan bir dilim bile yiyemedik o ayrı konu.