İKİ ÇOCUK BİR EVLAT SAHİBİ.

CV’mde şöyle yazar; İKİ ÇOCUK BİR EVLAT SAHİBİ…

Olur mu öyle şey, evlat ayrılır mı?

Olurmuş.

Bu dünyada arkadaşını seçebiliyorsun ama evladını, anne babanı, akrabanı seçemiyorsun.

E peki, evlatlarımızı biz yetiştirmiyor muyuz? Normalde evet, ama ne yazık ki  benim kızım 1,5 yaşından itibaren anne, kapı komşusu olan teyzesi ve anneannesiyle yaşadı. Elbette onların görgü, eğitim, yetiştirmesine tabi kaldı.

E ne var bunda denirse, eski notlarımdan ileti yapayım;

Eşimin hamile kaldığını öğrendiğimde çok mutlu olmuştum. Üstelik bir kızım olacağını öğrendiğimde dünyalar benim olmuştu. Efsane baba-kız ilişkilerini hep hayranlıkla izlerdim. Bırakın o güzel gelecek günlerin hayalini kurmayı, rüyalarımda bile kızımın 10-15-25 yaşlarını görüyor, onunla konuşuyordum.

Doğuma kadar aylar, günler hatta saatler zor geçti, öyle ki, kızımı 9 ay ben mi taşıdım, anasımı Allah bilir. Bu dönem zarfında annesiyle birlikte kurslara gittik, eğitim kitapları aldık, odasını, eşyalarını hazırladık.

Kızımın doğduğu gün hayatımın en mutlu günüydü. Nihayet akıyla-bokuyla, ilk çişiyle kucağımda, yanımda ve işte karşımda biricik aşkım bebeğim prensesim. Hoş geldin.

O dönem, reklam ajansı şirketimi yeni kurmuştum. Turist rehberliğine ise devam ediyorum, Sabah yarım gün turistleri gezdiriyor, öğleden sonra şirkete gidiyordum. Akşamüstü eve gelip kızımla hasret gideriyor, çoğu geceleri de turistlere gece turu yapmak için tekrar dışarı çıkıyorum. Gece yarısı 1-2 de ancak eve gelebiliyordum. Tempo ağır. Ne Cumartesi var ne Pazar.

Uyumak üzere eve geldiğim 3-5 saatte de kızıma doymaya çalışıyor, her uyandığında başında ben oluyordum. Gerçi bakıcımız vardı ama altını değiştirmeye, sütünü, mamasını vermeye bayılıyordum kızımın.

Kızıma olan ilgim zamanla annesini ve annesinin ailesini rahatsız etmeye başladı. Bunu davranışlarından, iğneli konuşmalarından anlıyordum. Belki de “biz boşuna mı Ankara’dan buraya taşındık diye düşünüyorlardı. Bu konuda kendimi suçlu hissettiğim bile oldu.

Ancak, iş bir müddet sonra ilişkimizin içine ailesi girip, büyüler, tütsüler, oramdan, buramdan, ceketimin yakasından, işyeri koltuğumun altından otlar vs çıkmaya başlayınca, Rehber olarak, hanut’un (komisyon’un) kitabını yazan bendenize 1.500 USD’lik yüzüğü 5.500 USD’ye satın aldırtmaya, taksitini ödediğim evi kaynana’nın üzerine kaçırmaya, bankadaki ortak hesabımızı sıfırlamaya kadar vardırınca, bana iki don bir gömlek evi terk etmek kaldı.

Ayrı eve çıktığım ilk bir-iki ay işi şaka zanneden annesi ve ailesi kısa sürede gerçek yüzlerini göstermeye ama biricik prensesimi göstermemeye başladılar. Çok iyi biliyorlardı bana en büyük eziyetin kızımı göstermemek olduğunu.

Şaka değil, boşanmadan sonraki 7 yıl boyunca kızımı ancak haczederek görebildim. Tam yüz küsur kez. Bunun için yapılması gereken işlem, haciz için borçluya yapılan işlemden daha zor. Her Cuma adliyeye gidiliyor, ücret yatırılıyor. Sonra çalışan memurlara Pazar günü sizinle gelsin diye yalvarıyorsunuz. Her konuda! anlaştığınız memuru Pazar günü gidilip evinden alıyor, birlikte adliyeye getirip, dosyamız alınıyor. Daha sonra karakola gidiyor ve bize eşlik edecek polis veya polisleri alıyoruz. Daha sonra, kızımın evine gidiyor, sağlam aldım-sağlam verdim diye teslim-tesellüm tutanağı polis ve memur gözetiminde karşılıklı imzalanıyor. Sonra sırası ile polis karakola ve memur evine bırakılıyor.

Kızımla kısa beraberliğimizde ise, ancak bir alışveriş merkezine gidilip annesinin verdiği alışveriş listesi tamamlanıyor. Paket fast-food’lar ise arabada yeniyor. Çünkü; Memuru evinden, polisi karakoldan alıp 17:00’da kızımı teslim etmezsem, bu durum çocuk kaçırmaya giriyor ki bu konuda bilgisi olduğu halde 1 saat geç geldim diye tutanak tutup, aleyhime açmış olduğu davalar vardır.

Anne-teyze-anneanne üçgeninde yıllarca yalanlarla doldu kafası prensesimin. Ancak 2.evliliğimde oğlum olunca panikle kızımı rahatça göstermeye başladılar. Hatta 6 ayda 3 kez yurtdışına tatillere bile gönderdiler. Kızıma olan sevgimin, yeni doğan çocuğumdan dolayı azalmadığını görünce tekrar kızımı göstermemeye başladılar. Yine hacizle almaya başladığım kızım güle oynaya geldiğimiz evimizde mutlu mesut kardeşiyle oynarken annesinden gelen bir telefonla ruh hali çöküyor, hem kendini hem bizi üzüyordu. Bir müddet sonra yani 12-13 yaşlarına geldiğinde kızım artık benimle görüşmek istemediğini söyleyip, zoraki almak istediğimde her seferinde yaşadığı apartmanda avazı çıktığı kadar bağırıyor, kendini yerlere atıyotdu. Seni istemiyorum, nefret ediyorum. Anlamıyor musun? Rahat bırak beni diyordu.

Birkaç kez daha böyle ortamları yaşadıktan sonra ilk fırsatta karşıma alıp konuştum. Onu üzmek istemediğimi. Bundan sonra kendisi ne zaman beni görmek isterse o zaman görüşeceğimi belirttim. Ancak hasreti burnumda tüttüğü için gizli gizli okuluna gidip uzaktan da olsa kızımı görüyor, iyi kalpli öğretmenlerinden hakkındaki bilgileri alabiliyordum.

KALEMLİĞİ BABAM ALMIŞTI…

O günler, kızım Notre Dame de Sion lisesinde okurken rehberlik öğretmeninin anlattığı bir olay benim yüreğimi parçalamıştı. Olay şöyle gelişmiş; Bir gün kızım kalemliğini kaybetmiş. O, sınıfta sakin, az konuşan, çekingen kızım birden parlamış, hıçkıra hıçkıra ağlamış, ortalığı kasıp kavurmuş kalem kutumu isterim diyerek. Rehber öğretmen diyor ki; Bütün sınıflar işi gücü bırakmışlar, sınıf sınıf, sıra sıra kalem kutusu aramışlar. Nihayet bulunmuş. Bir bakmışlar ki kalem kutusu çok eski ve yırtık pırtık. Öğretmeni, “söyleseydin yenisini alırdık sana” demiş. Niye üzdün ki kendini bu kadar? O da demiş ki; “Bu, babamın bana aldığı kalem kutusu

Ben de bu hikayeden aldığım cesaretle okulun önünde kızımın karşısına çıktım. Kızım arkadaşlarının arasında beni yüksek sesle azarlayarak kovdu. Bir benzeri olay da, arkadaş olduğum servis şoförü Arslan bey’in minibüsünde kızım hakkında malumat alırken, okuldan erken çıkan kızımın minibüste beni görünce çığlık çığlığa bağırması olmuştu.

BABACIM DEMEYE BAŞLADI…

Neyse, seneler geçti, kızım ve annesi ne telefonumu açtılar, ne mesajlarıma cevap verdiler. Ta ki üniversiteyi bitirene kadar. Bir gün bir mesaj “Baba, görüşebilir miyiz?” Çok sevindim tabi. Bir hafta içinde 3 kez benimle görüştü. Hatta “baba”dan “babacım”a terfi ettim.

Bu görüşmelerde kızımdan,  annesinin kendisinden 10 küsür yaş küçük, işsiz motorsikletli bir gençle evlendiğini öğrendim. Hayırlı mutlu olsun. Ama anlattıkları beni üzdü. Beni tanıyanlar bilir. Eski eşim ve ailesi daha biz boşanmadan aldığım evi önce kaynanamın, sonra eski karımın üzerine yapmışlardı. Hikayesi eski yazılarımda. İşte annesi evlenince de o evden ayrılmak istememiş. Kızım ise hayır, senin bir sürü evin var, burası babamın evi, ben burada büyüdüm. Sen git demiş. Adam da bu tartışmanın ortasında sesini yükselterek kızıma “DEFOL, DEFOL!” diyerek kızımı kendi evinden kovmuş.

Neyse, İşte bu buluşmaların 4.cüsünde kızımın neden benimle bu kadar sık görüşmek istediğini anladım. Meğer yurtdışında okumak istiyormuş. Peki dedim, okumak istediğin branşı beraber araştıralım. Dedi ki; Bu okuldan dünyada 3 tane var. Biri Amerika, diğeri Kanada’da. Avrupa’da ise sadece Hollanda Leiden’de. Dedim, benim gönlüm seni, eğitimin en iyilerinin olduğu Amerika’da okutmak ister. Bir git bak. Ortamı, okulu gör. Oralara kadar gitmişken Kanada’daki okula da bakayım dedi. Olur dedim. Biletini, otelini ayarladım, cebine harçlığını koyup bir hafta Amerika bir hafta da Kanada’ya yolladım okulları incelesin diye. Ancak o dönüşte ikisini de istemediğini,  Hollanda’daki okula gitmek istediğini söyledi. Sebebini kısa sürede anladım. Sevdiği çocuk buradaydı. Birbirlerine gidip gelmesi zul olurdu Amerikalardan. Oysa Hollanda 3-4 saatlik mesafedeydi. Çocukla tanıştırdı beni. Efendi, kültürlü birine benziyordu. Mecburen kabul edip her türlü okul, ev kiralama, aylık ödemeler, bankada yüklü hesap işlerini hallettim. 3 sene kaldı orada. Benim gelmemi hiç istemedi. Oysa yıllardır defalarca sevgilisinin vizelerini, biletlerini alıp yanına yolladım.

Tekrar Babacım…

Neyse, Artık okulunun son senesi. Yazdı; “Babacım, son bir ödeme daha lazım”. Babacım…?  Neyse; Hem okul, hem ev, hem bankaya, 1 yıllık harçlığı dahil son ödemelerimi yaptım. Ama son ödemeden itibaren, ona bir şey yazıyorum, hal hatır soruyorum, 3 gün sonra tek kelime ile cevap veriyor; “iyi”, “evet”. Tüm cevaplar böyle.

Özledim. Ben de artık kızımı görsem, nerede okuyor, nerede kalıyor, nasıl yaşıyor bir baksam iyi olacak. Artık son sene, emrivaki yapıp imtihanlarının olmadığı beraber belirlediğimiz bir tarihte yanına geleceğimi söyledim. Günü gelince sabah saatlerinde indiğim Amsterdam’dan araba kiralayarak Leiden’deki otelime yerleştim. Aradım. “Ders çalışıyorum, bugün görüşemem” dedi. Peki. Ertesi gün yine aradım. “Sana dedim ya ders çalışıyorum diye” dedi. Kapattım. Kapattım ama tırnaklarımı yiyorum. Sen işini gücünü bırakıp atla buralara gel, araba kirala, otel tut. Kızın seninle görüşmesin. Aradım tekrar. Dedim, kızım, ders çalışıyorsun anladım, ama hiç mi yemek yemiyor, kahve içmiyorsun?

Zar zor ikna ettim ve “beni bilmem neredeki konferansa götür” dedi. Peki, Atladım evine gittim. Apartmana girip aradım, kapıdayım diye, kıyameti kopardı. “Sen nasıl benim apartmanıma girersin” diye. Dedim, yaşadığın evi görmek istedim. İzin vermedi. Artık kapıdan, 1 metre geriden ne gördüysem o. İndim aşağıya arabanın yanına. Sarılmadı, öpmedi. 1 karış surat. Bindi arabaya, başladı azarlamaya. Ne saygısızlığım kaldı ne hödüklüğüm. Hep böyleymişim zaten. Nefret ediyormuş benden. Yaklaşık 10 senedir doğru dürüst görmediğim kızım söylüyor bunları. Dediği yere varana kadar sessizce yuttuk tabi ne derse. Köpeği dükkan dışına bağlayıp alışverişe markete girenler gibi bana girdiği binanın yanında bir cafe gösterdi ve “ben gelene kadar ayrılma buradan” dedi. Sonra 2,5 – 3 saat gözükmedi. Nihayetinde gelip beni aldı ve 2 kelime konuşmadan evine bıraktırdı.

Ertesi gün tekrar görüşmek için aradım. “Sen ne anlayışsız adamsın. Ders çalışıyorum” dedi. Bir gün daha kalacak olmama rağmen dedim ki; “Tamam bugün de görüşelim, mümkünse bir yemek yiyelim, yarın görüşmeyiz” Kabul etti. “Gel bana, ben bugün bisikletimle pazara, alışverişe gideceğim. Beni takip edersin. Gittiğimiz yerde bir yemek yer, ardından sen beni beklerken alışveriş yaparım. Oradan eve dönerim”. İtiraz hakkım yok tabi. O önde bisikletle ben arkadan arabayla birkaç sokak ötede nehir kenarındaki Pazar yerine gittik. Önce bir restorana oturduk. Gık desem azarlıyor, hık desem kızıyor. Garsonla konuşma biçimime bile azarla karşılık veriyor. Bırak hatırını, okulunu, günlerin nasıl geçtiğini sormayı, gözüne bile bakmaya korkuyorum “ne bakıyorsun” diyerek beni azarlayacak diye.  Ertesi gün bomboş sokaklarda gezerek bir sonraki gün Türkiye’ye döndüm.

Türkiye’ye dönüş

Dönem pandemi dönemi. Okulu online eğitime geçti. Türkiye’ye gelmek istedi. O dönemler Türkiye’ye giriş çıkışlar problemli. Ne zaman istersen Asuman ablana söyle sana biletini kessin dedim. Asuman kim? ; 35 senedir beraber çalıştığım, kızıma küçükken kucağında defalarca yemek yediren, oynayan, annesinin de tanıdığı can dostum, iş arkadaşım. Kızımla, Whatsupp üzerinden gelişi hakkında haberleşiyoruz. Dedim senin giriş çıkışların problem olmaz. Bana cevabı “Sen kimsin be”

Küstüm.

Okul bitiyor. Dönüşü yaklaştı. Son 15-20 günü. Erkek arkadaşı toparlanması için yanına gitmek istedi. 2 gün işlemler için burada, şirketimdeydi. Vizesi bileti alındı. Gitti. Aradan 1 ay geçmedi sosyal medyada ikisinin fotoğraflarını gördüm. Nişanlanmışlar. Fotoğraflardan anladığım kadarıyla kızımı, kendisini benim evimden kovan, annesinin 10 yaş küçük, işsiz, motorcu yeni eşinden istemişler.

Damada sormak isterdim; Peki kardeşim, sen daha 1 ay önce benim yanımda değil miydin? Bilmiyor muydun kızımı isteyeceğini? Yoksa sana da mı sürpriz oldu bu? Diyemez miydin bana “Biliyorum dargınsınız ama başkasından duyun istemedim, durum böyle böyle…”

Sonra? Sonra ben de sosyal medyadan fotoğraflarıyla görüp, duyduğumu sosyal medyadan fotoğraflarıyla paylaştım. “KIZIM NİŞANLANMIŞ. HAYIRLI OLSUN” Yıkıldı sosyal medya. Binlerce yorum aldı. Panikle oğlanın anne babası hem beni hem eşimi aradılar. “N’olur bu post’u sosyal medyadan kaldırın” Dedim “ben bişi yapmadım. Sosyal medyada gördüm, sosyal medyada sizleri tebrik ettim”.

Demek ki olmuyorsa olmuyor. Aynen çocuğu olan herkesin baba olamadığı gibi, herkes evlat olarak doğabilir ama maalesef herkes evlat olamıyor. Bu nedenle ben de CV’mi değiştirdim. Şöyle bitiyor;

İKİ ÇOCUK BİR EVLAT SAHİBİ.