Erman Toroğlu ile gezi anıları -2-

Hocayla ortak bir yönümüz daha var; Kılız biz yurtdışındaki taksi şoförlerine. Hani sakınan göze çöp batar ya, her seyahatte de bizi bulur bu kıl-tüy şoförler. Öyle ki, Hong Kong’da otelimize dönelim derken Çin’e gittiğimizi bile bilirim. Şaka değil, bir baktık Çin sınırı. Buyurun inin diyor soför. Hoca pek İngilizce mingilizce bilmez ama herifin bizi sınıra getirip inin dediğini duyunca HARRRR!%+&^^/(?=)!  öyle bir kükredi ki, soför hocanın gözünden ve sesinden ne dediğini anladı, başına gelecekleri hissetti ve ek ücret almadan bizi sağ sağlim otelimize götürdü.

Nedeni şu; HongKong’taki otellerde 3 gün kalırsanız Çin’e derhal vize alabilirsiniz. Hemen sınırdaki Fuar Şehri Guanzu’ya gitmek isteyenlere böyle bir işlem yaparız. Bu nedenle de oteller size Çin’deki kendi zincir otellerinin kartını verirler. Ben de hem bizim otelin kartını yanıma almışım hem de Çin^deki otelin kartını. Taksiye bindiğimizde ise yanlışlıkla Çin’deki otelin kartını şoföre uzatmışım. Tek kelime ingilizce bilmeyen soför bir saat konuşmadan bizleri Çin sınırına götürdü. Tabi China tabelasını gören hocam da kudurdu elbet… 🙂

Kıl Taksi şoförlerine tipik bir örnek de Cebu’dan.  Cebu Filipinlerin Bodrum’u. Otel güzel ama insan yerel halkın arasına karışmak, güzel şık bir restoranda yemek yemek istiyor. Akşam şık bir restoranında yer ayırdık. Çağırdık otele taksiyi. Normalde taksimetre var.  dedik. Açmam dedi. Bismillah… Peki dedik baba sen bizi bu restorana kaça atarsın? Bilmiyorum, kaç kilometreyse o kadar alırım dedi. Haydaaa. Bilmiyorsan o zaman taksimetreyi aç. Yok. Offf. Otelden çağrışan taksi bunu yaparsa işimiz çok zor burada. Neyse 300 peso dedi bindik. Otelin kapısından çıktık. 400 peso dedi. Hocamın elinden şoförü zar zor alıp dışarı attık kendimizi.  Baktık bir Tüp kamyoneti geliyor. Otele tüpleri bırakmış geri dönüyor. Taksiyi yollayıp tüpçüye hoop dedik. Bizi bir zahmet yola atar mısın?. – Atarım.

Bizi boş verin ama ama gruptaki yüksek ökçeli topuklu, askı elbiseli kadınlar Tüp arabasının arka kasasında tıngır mıngır tali yolda pek de romantik görünmüyorlardı. İlk taksi durağında atladık aşağıya kamyonetin kasasından. Çevirdik bir taksi daha. Yine açmıyor taksimetreyi. Aman sorun olmasın. Bak dedim, söyle bana, en fazla kaç para tutar buradan restoran?. 300 peso. Okey.

Çıktık yola. Yine geldik kör, karanlık ıssız bir bölgeye. Taksi durdu yolun ortasında; soför 500 peso demez mi? Manyak mısın oolum?. Sen şimdi 300 demedin mi? Neyse, aldık yine soförü hocamın elinden. İndik aşağı. Arabalar da ufacık. Sığsa hocamı asla soförün yanına oturtmayacağız ama 1,90 küsür boy ve cüsse ile başka yere oturma şansı yok.

Belirtmekte bir sakınca yok; utanıyorum ama bizim taksicilerle kavga dövüş yaptığımız rakamlar dolara vurduğumuzda aslında 1 veya 2 dolar. Ama gururun fiyatı yok!. Aptal yerine konmak istemiyoruz Cebu’larda. Neyse, restoran şehir merkezinde. Ana yola kadar gidip arabadan indik.

Bu kez çare dolmuş. En azından rakam sabit. Dolmuş dediğimiz de Uzakdoğu’da tuk-tuk olarak bilinen 3 tekerlekli, motorsikletten bozma, arkası tenteli triportörler. Bir tek soför mahalli kapalı. Atladık arkaya. Tıngır mıngır, takur tukur gidiyoruz. Öne, yani soför mahalline baktım. Adam yanında ki arkadaşı ile cep telefonundan video seyrediyor . Güzel, güzel de o sesler ne öyle. Ahh, uhh.. aaaah!. yok yok,  Uzakdoğu dövüş filmi falan değil seyrettikleri, bildiğin harbi hard seks filmi. Ya bunların bir düzgün soförü yok mudur? Neyse, görsel kültürümüze yeni bir şeyler katarak merkeze ulaşabildik.

Türkiye dönüşü havaalanında, söz verdiğimiz üzere Türk taksi soförüne şöyle bir sarılıp öptük. Sordu soför;
– Bayram değil seyran değil abi, beni niye öptünüz?
– Boş ver be kardeş.. Çek Yeşilköy’e.
– Yeşilköy mü? Olmaz! Kısa mesafe almıyorum. O kadar bekledik kuyrukta…