SAKLI CENNET ARTVİN
TUYED Turizm Yazarları derneği olarak Artvin Belediyesi, Artvin Ticaret Odası ve yerel acenta Atabarı Turizm işbirliği ile düzenlenen Artvin Tanıtım gezisine katıldık. Turizmci olmama rağmen bugüne kadar Artvin’e neden gitmedim diye kendi kendime hayıflandım. Dostlarımla bu ayıbımı paylaşırken öğrendim ki, Rizeli, Trabzonlu, Sinop’lu olup da bu cennet şehri gezmeyen o kadar çok Karadenizli arkadaşım varmış ki, bu kez onlar adına üzüldüm.
Artvin’de geçirdiğim 2 gün içerisinde, gizli vadilerde, 3900 metrelerde digital, görsel ve beyin detoksu yaşayarak, ruhumu arındırdım.
Bu bir kıstas mıdır bilemedim ama Ramazan ayında olmamıza ve halkın çoğunluğunun oruç tutmasına rağmen tüm restoranlar öğlen vakti açıktı. Şehirde, kasabada, köyde bir tek karaçarşaflı, sarıklı görmedim. Rize, Trabzon, Erzurum gibi muhafazakar tanınan komşularının arasında kalmalarına rağmen, son derece aydın, okumuş, kültürlü, medeni bir kültüre sahip olan, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı halkı beni şaşırttı.
Burada öğrendim ki, Artvin, kişi başına Türkiye’nin en çok kitap okunan şehriymiş. Köylüsünden, yaylasında çalışan kadınına kadar hemen herkes her konuda bilgili ama en önemlisi herkes hayata dair “görgü” sahibi. Kriminal olaylara, kadın şiddetine, hırsızlık ve dolandırıcılığa da pek rastlanmayan şehirmiş Artvin.
Artvin’in lisan olarak 2. dili de Lazca ve Gürcüce. Kimi bölgelerde bunlar anadil olarak da kullanılıyor. Ancak gençlerin okuyup büyük şehirlere göçmelerinden dolayı, bu dilleri ve kültürü kaybetme noktasındalar. Nüfus hep 200.000 kişi civarında. Çoruh nehri şehri ikiye bölmüş. Şehir, 3900 metreyi bulan Kaçkar dağlarının arasına sıkışmış. Bol tünelli Artvin’de halk düz arazi bulmakta zorlanıyor. Bu nedenle ev yapımı için dağları mesken tutmuşlar.
Artvin dünyada eşi benzeri olmayan bir doğaya sahip. 3900 metreye kadar yükselen dağları, balta girmemiş doğal ormanları, 250 çeşit kelebek, endemik hayvan ve bitkileri, yüksek Krater gölleri, yaylaları, fauna ve flora zenginliği, tarihi camii, kilise, kale ve taş kemer köprüleri, geleneksel mimarisi, festivalleri ile muhteşem bir şehir. Artvin’in dost canlısı, güler yüzlü, samimi insanlarını tanıyıp sohbet ederek muhteşem bir haftasonu geçirdim. Huzur buldum.
Artvinlileri sağcı solcu diye ayırmak zor. Son tahlilde hepsi devrimci ve çevreci. HES ve Maden karşıtı eylemlerde 7’sinden 70’ine, Profesöründen köylü kadınına bu uğurda Polisten, Jandarma’dan gaz yemeyeni yok. Acentamız yaşlı bir amcanın eylem hikayesini anlattı; Gazı yiyince torunları “limon iyi gelir” demiş. O da almış 6 limonu, oturmuş, yemiş. Hala işe yaramayınca isyan etmiş; “Ula kandirdinuz beni”.
Doğalarının yok olmasını istemiyorlar. Ağaçlarının sökülmesini tahrip olmasını kısaca daha fazla HES daha fazla Maden istemiyorlar. Şehre 2 milyar dolar yatırım vadeden hemşerileri olan altın madeni işletmecisini bile kovmuşlar. Yaşlı bir kadına neden bu yatırımı istemediklerini sorduk. Dedi; “Ölüler altın takmaz uşağım”…
Bir akşam bizleri belediye ve ticaret odası başkanları ağırladı. Dediler ki; Sizler senelerdir turizmin içindesiniz. Komşularımız Trabzon, Rize, Erzurum’da turizm var. Bizde niye yok. Lütfen bize bir yol haritası çizin.
Dilimizin döndüğü kadarı ile turizmde olması gerekenleri anlattık. Bugüne kadar turizm adına siz neler yaptınız diye de sorduk; Dediler; “3 tane 80-100 odalı otel izni çıkarttık, daha da çok izin çıkartacağız inşallah”. Bu geziye beraber katıldığımız Turizm Yazarları Derneği Başkanımız (TUYED) Kerem Köfteoğlu dedi ki; “Siz madenlere ormanlarınızı açmaya devam edin”. Masada buz gibi bir hava esti. Köfteoğlu haklıydı. Ha madeni açıp, siyanürü basmışsın ha bu güzelim yaylalara 100’er odalı oteller yapıp, betonu basmışsın. O 100 odalı otel yatırımcısı da otelini doldurmak, kar ettirmek için Ayder yaylası örneğinde olduğu gibi otelini ehven! fiyatlarla pek de doğasever olmayan müşterilerle doldursun. Bugün Artvin’de 400 TL olan oda fiyatlarını 40-50 TL’lara çeksin. Çevre, doğa kirlensin, parası olan yağlı turist ağırlansın, Artvin kültürü yozlaşsın…
Peki ne yapılsın;
Bir kere, örnek alınması gereken Turizm bölgeleri Alanya, Antalya, Trabzon, Erzurum değil, Safranbolu, Kastamonu, Kaş, Kalkan, Şirince olmalıdır. Bunun için butik otel veya ev turizmi yapabilecek olan yatırımcı ve yerel halk’a bu bölgelere götürülerek turizm ve turist konusunda eğitilmelidir.
Bir turizm şehri her şeyden önce kendine “Markalar” yaratmalıdır. Bu şehirde markalar “Artvin Bal’ı” olur, endemik Kelebek türleri, bitkileri olur, sadece Artvin’e özgü yemekler, içecekler, mimari ve festivaller olabilir. Örneğin, tüm Türkiye’nin sevdiği Çernobil kurbanı sanatçımız adına “KAZIM KOYUNCU FESTİVALİ” yapılabilir, İstanbul’da engellerle karşılaşan, 2 gün süren “Rock Festivali” olabilir. Arazinin uygun olması nedeni ile Motorsiklet ve Arazi araçları için “Off Road Festivali” olabilir.
Gürcüler zamanında Artvin’de Şarapçılık en önemli sektörmüş. Bana göre Gürcü Şarabı “organik şarapta” dünyada bir numaradır. Burada diyorlar ki; Şarapçılık için yeterli arazi yok. İyi de, elin Yunanı 100 yıl önce kazma-kürekle fotoğraftaki gibi “dağı teras yaparak” tarla haline getirmiş. Biz de yapalım. Üstelik dağı, teras yapmak için artık “kepçe” denen iş makineleri var.
Yine, Trakya veya Kapadokya’da Halı imalat veya şarap tadım atölyelerinde olduğu gibi burada da markalaşmaya yönelik Bal tadım ve satış çiftliklerimiz olsun. Turistler “Balcı” gibi giydirilip kovan deneyimi yaptırılsın, Artvin gezilerinin “bir hikayesi olsun”.
Şehirde en çok göze batan uygulama “Tabela Terörü”. Neon ışıklı, binalardan dikine çıkan, daha çok görünmek için dikilen, komşunun tabelasından kat be kat büyük tabelalar görüntü kirliliği yaratıyor. Kimse tabela büyüdükçe daha az okunur olduğunun farkında değil. Belediyenin elektrik direklerine bile “kaçak tabela” asmışlar. Belki şehir halkının gözleri bunlara alışık ama bu tabelaları kendilerinin bile okuduklarını tahmin etmiyorum.
Karadeniz halkının ortak hayali “Karadeniz Treni”; “Ekonomiyi ve Turizmi canlandıracak bu muhteşem projeyi yapan iktidar, ömür boyu başımızdan eksilmesin. Amin” diyorlar. Ama en azından Hopa limanını canlandırmak için Hopa’yı İpekyoluna, Gürcistan, Azerbaycan, Rusya, Kazakistan hatta Çin’e kadar bağlayacak olan, başladığında birkaç hafta içerisinde inşaatı bitirilebilecek 30-35 km’lik demiryolu inşaatı başlasın istiyorlar.
Peki, bu şehirde nereler görülmeli, onları da sıralıyalım; 9.yüzyılda Bagratlı Krallığınca inşa edilmiş, Evliya Çelebinin Seyahatnamesinde adı geçen Şavşat Kalesi ve aynı bölgede bulunan doğa harikası Karagöl Sahara, Yine aynı isimdeki Borçka Karagöl, Balıyla, Bazalt sütunları, endemik bitki örtüsüyle ünlü Hatila Vadisi ve 200 metre yüksekliğindeki Cam terası, Mençuna Şelalesi, Dünyanın en büyük Atatürk heykelini barındıran Atatepe, Boğa güreşlerinin yapıldığı bölge Kafkasor Arena, İshak Paşa Camii (1571), Gürcüler için kutsal mekan Tibeti Kilisesi (800) görülmeye değer yerleridir.
Gastronomisine gelirsek; Kahvaltıların olmazsa olmazı Kuymak. Aslında bunun bir benzerine de Mıhlama diyorlar. Peki farkları ne? Biri mısır unundan yapılıyor, diğeri beyaz undan. Önce doğal tereyağında unu kavuruyorlar, sonra özel peynirini biraz su katıp mıhlama tavasının dibi hafif tutana kadar çatalla karıştırıp, peyniri sündürüyorlar. Bunların dışında Karalahana sarması, Fasulye Turşusu Kavurması, Silor (Yalancı mantı) Kaygana (Maydanozlu yumurta olarak tarif edebilirim), Patentini aldıkları Laz Böreği (Tatlı börek), Mısır ve Hamsili Ekmek başlıca yemekleri.
Bu memlekette Çay da biraz farklı demleniyor. Genelde odun ateşini tercih ediyorlar. Asla süzgeç kullanmıyorlar. Önce demlikteki suyu ısıtıp kaynamadan suyun üzerine “üst kesim” çay döküyorlar. Çay dibe çökünce içiyorlar. Yarım saatten fazla demlikte bekleyen çayı da içmiyorlar.
Son söz; Bence herkese bir Artvin gezisi lazım. Hem de şehirden her bunaldığımızda…
Resimler için : https://www.facebook.com/media/set/?set=a.396343890976544&type=3