İzmir’de teşekkür, İstanbul’da höst…
Seneler önce Ege’nin saygın bir yerel dergisinde yazmaya başlamıştım. Derginin imtiyaz sahibi arkadaşım, geleneksel, yazarlar akşam yemeği için beni İzmir’e davet etti. İzmir’e iner inmez acenta ziyaretlerim için Karşıyaka’ya geçtim. Apartman bahçesinde bir hanımla karşılaştım. “Günaydın” dedi gülümseyerek. Aha!… ne hoş. Ama şaşırdığım için ben karşılık veremedim. Bakakaldım. Neyse, apartmana girdim. Merdivenleri çıkarken bir beyle karşılaştım. Gülümseyerek bir günaydın da ondan aldım. Allah Allah. Şu derginin kudretini görüyor musun.? Yavaş yavaş İzmir’de beni tanımaya başladılar demek. Neyse, ilk ziyaretimi gerçekleştirdim. 2 saat sonra Konak’ta bir başka toplantım var. Doğru vapura. Biletimi alacağım. Gişedeki memur da günaydın dedi. Tanıdı beni sanırım… Geçtim turnikeden. Vapur yanaştı ama millet hala sakin sakin duruyor. Şöyle sağıma bir omuz, soluma bir çelme geçtim öne. Koşarak girdim vapura. Herkesten önce kaptım bir yer, oturuyorum. Önce yanımdaki, karşımdaki ve daha sonra gelen delikanlı da bana günaydın dedi. E normal artık tabi. Kolay değil. Koskoca derginin koskoca yazarıyım. Tanıyacaklar beni. Ama o ne? Herkes birbirine gülümseyip selam vermeye başladı. Hatta yanımdaki öğrenci olduğu anlaşılan bir delikanlı yerinden kalkıp bir kadına yer verdi, kadın da, kadının kocası da delikanlıya ayrı ayrı teşekkür ettiler. Neyse, Akraba olsalar gerek. 10 dk. sonra vapur iskeleye yaklaştı. Ben yine çalımlarıma devam edip insanların arasından sıyrılıp hemen en öne geçtim. Vapur yanaşmadan atladım. Her zamanki gibi başladım önümde gidenlerle yarışmaya. Hem de yerdeki taşların çizgilerine basmadan. İlerideki direğe kadar şu kızı geçmeliyim. Bastır oğlum, haydi… Ohh geçtim. Şimdi, bir ilerideki direğe kadar önümdeki şapkalı amcaya yetişmeliyim. O da tamam. Şimdi… Ani bir fren ve durdum. N’oluyo yaa, N’apıyorsun oğlum, Nereye yetişiyorsun?. Daha buluşmana 1 saat var. Bi dur! bi Sakin ol !. Oturdum “pasaportta” (iskele yanında bir semt) bir kafeye. Başladım İzmirlileri gözetlemeye.
İzmirliler gülümsüyor. Surat asma yok. İzmirliler birbirlerine “günaydın” diyor, selam veriyor. İzmirliler yürüyor, itişmiyor, yarışmıyor. İzmirliler yerlere çöp atmıyor, tükürmüyor. İzmirliler birbirlerini dinliyor, aynı anda konuşmuyor. İzmirliler vapurda, otobüste okuyor. Yeşil yanar yanmaz zart-zurt korna çalmıyor. Kafasını arabanın camından çıkartarak yürrüee diye bağırmıyor. İzmirliler nazik. İzmirliler temiz. İzmirliler güzel. İzmir Güzel…
Kendimi EFES’in kuruluş efsanesinde ki, tavada pişirdiği balığını kapan küçük yaban domuzunu (Jabali) kovalarken, tesadüf eseri EFES’i keşfeden Androklos’a benzettim. İşte ben de bu kovalamacada İzmir’i keşfettim. İzmirliyi keşfettim bu seyahatimde. Herkesin İzmirli olamayacağını da keşfettim.
Bu arada; Acaba neden hala bazı İzmirliler İstanbullu olmaya çalışır? İşte onu anlamadım. İstanbul’da taş üstünde taş mı kaldı? İstanbul’da gece dolaşacak (tecavüze uğranmayacak) park mı kaldı, İstanbul’da çantanı çapraz asmadan dolaşacak cadde mi kaldı, peki ya yürüyecek kaldırım var mı? Nişantaşı’nda köpek pisliklerine, Aksaray’da tükürüklere basmamak, kaldırımlarda ki arabalara çıkmamak, Beyoğlu’nda omuz yememek, tinercilere rastlamamak için “slalom” yapmak zorunda kalmak hoş mu? Günde 1.5 saat gidiş, 1.5 saat dönüşten 3 saati yolda geçirmenin maliyetinin, 8 saat uykuyu çıkarınca 1 senede 54 gün* (kabaca senede 2 ay yolda) olduğunu bilen var mı? Sorun ortalama bir İstanbulluya; Apartmanınızda kaç komşunuzun adını biliyorsunuz? Ne zaman tuz, kahve istediniz, bırakın hepsini, ne zaman ona günaydın dediniz, selam verdiniz veya aldınız?. Düzenli görüşebildiğiniz kaç arkadaşınız var? İş ve Para konuşmadan en son ne zaman ve kiminle muhabbet ettiniz? Bunları boş verin. En son “sadece kendiniz için” ne kadar vakit ayırdınız ve ne zaman? Hepsi bir yana, İstanbul’da bir kadına kapıyı açmayı, otobüste veya vapurda yer verecekseniz iki defa düşünün. Hele yanında kocası varsa… Teşekkür mü bekliyorsunuz, Ne teşekkürü? Kadının kendisinden veya kocasından şöyle bir yanıt! gelebilir. “HÖÖST”
Hadi Lütfen “herkesi kendin gibi zannetme” geyiklerine falan girmeyelim. İstanbul’da durum budur.