Erenköy Günlükleri -2-
Bu kez hikayenin kahramanı Denizcilik fakültesi öğrencisi kaptan adayı arkadaşımız Sinan. Sinan oda arkadaşım. Son derece yakışıklı, uzun boylu, mavi gözlü, saf, tertemiz, filinta gibi bir delikanlı. Bembeyaz denizci üniformasını giyince tüm genç kızların gözü onda. Bu nedenle hafta sonu bile denizci üniformasını üzerinden çıkartmaz. Bizler, başlarda “komşuda pişer bize de düşer” diyerek Sinan’la dışarıda takılalım dedik, ancak bize hep zırnık düştü, bizim arkadaşımız olan kızlar bile Sinan’ın ağzının içine düştüler. Almadık tabi onu bir daha yanımıza.
Sinan, çok konuşmayan ancak konu kızlar olunca susturulamayan bir arkadaşımız. Her gün kaç kız ona çıkma teklif etmiş, hafta sonunu kiminle geçirecekmiş, kız tavlama teknikleri nelermiş anlatır, biz de ağzımız açık, yarı hayranlık yarı kıskançlıkla onu dinlerdik. Ama konu futbol, üniversite veya siyaset olunca Sinan sıkılır ve odasına kaçardı.
Kötüyüz ya, ölüyoruz kıskançlıktan Sinan’ı dinledikçe. Dedik şuna bir kumpas kuralım. Yaptık planı, koyduk uygulamaya. İçimizde yazısı kız gibi olanımız Suphi. O zamanlar sosyal medya, mail yok. Döşendik bir ilanı aşk mektubu. Yolladık Sinan adına Florya Postanesinden bizim adresimize.
Posta kutusunda malum mektubu gören Sinan, son derece mutlu, mesut, şen şakrak vaziyette eve girdi ve hepimizi toplayarak eve gelmeden sabırsızlıkla okuduğu aşk mektubunu bağıra bağıra tekrar etti.
“Sinan Bey, Sizi uzaktan tanıyorum. Ancak yataktayken bile düşüncelerim üzerinize üşüşüyor, bazen sevinçle bazen hüzünle dualarımın kabulünü bekliyorum. Bu hayata göğüs gerebilmem için ya tümüyle sizinle birlikte olmalıyım ya da siz hiç görmemeliyim. Eğer kabul buyurursanız sizi Pazar günü saat 09:00’de Florya’da evimde bekliyorum.
Mehpare
Adresim ……….. .
Ölümsüz Sevgiyle.
Cumartesi gecesinden üniformasını ütüleyen Sinan Pazar sabahı Sinekkaydı tıraşını olup erkenden Florya’nın yolunu tuttu. Gerisini Sinan bize anlatmadı ama hikaye şöyle devam ediyor; Erenköy’den bin bir zahmetle Florya’da bizim kumpas evine gelen Sinan’a bir başka arkadaşımızın fazla detay bilmeyen “tembihli annesi” kapıyı açar. Mehpare’yi soran Sinan’a yeni adresini verir ve “Kartal’da, ders çalışmaya arkadaşına gitti. Bana da bu notu size vermem için bıraktı”
Notu alan Sinan, Florya’dan Kartal’ın yolunu tutar. Öğlen saatlerinde Kartal adresine varan Sinan’ı yine tembihli olan bir arkadaşımızın kız kardeşi karşılar. “Mehpare’nin selamı var. Akşam burada kaldı ama sabahtan Sarıyer’e geçti. Size de bu adresi bıraktı… Sarıyer…!?
Sarıyer’den son adres bizim eve yakın oturan sınıf arkadaşımız Levent’in Göztepe’deki evi. Gerisini Levent’ten dinleyelim; O gün evde annemin günü vardı, salon kadın kaynıyor. Kapı Çalmış. Ben odamdaydım, Annem geldi “Çocuğun biri bir kız ismi verip adres bu deyip duruyor, bir baksana belki senin arkadaşlarından biridir” dedi. Kapıya gittim Sinan. “Aaaa Sinan n’aber?” dedim. Adam alı al moru mor inanmayarak suratıma bir müddet baktı. Aaaah maaaah gibi bir şeyler mırıldandı. Hiç bir şey söylemeden döndü gitti. Anladım bi boklar döndüğünü. Anneme çocuğa şaka yapmışlar dedim. Aslını senden öğrendikten sonra anlattım Anneme. Çocuk için bayağı üzüldü, eşşekler çocuğu nasıl kandırmışlar, günah deyip durdu.
Yaptık işte bir günah. Allah affetsin. Peki sonra ne mi oldu?; Biz salonda oturmuş, heyecanla Sinan’ı bekliyoruz. Hava karardıktan sonra sokak kapısı anahtarla açıldı. Sinan direkt odasına gitti. Biz salona gelsin de huvaaaa yapalım diye beklerken dış kapının sessizce kapandığı duyduk. Nereye gidiyor diye arkasından pencereden baktık. Sinan, elinde bavulu, omuzunda gelirken getirdiği yorganı gidiyor… Gidiş o gidiş.
O günden bu yana Sinan’ı görenimiz olmadı. Her Sinan konusu geçtiğinde vicdan azabı duyarım. Keşke bir gün karşı karşıya gelsek ve ondan özür dilesek…